1656.
sevgili günlük,
bir ara sürekli buralardaydım. sürekli yazmak, soru açmak, soruları takip etmek bana iyi geliyordu çünkü kendimi her şeye kapattığım o dönemde bir nebze buradan insanlarla iletişimdeymişim gibi hissediyordum. o ara canımı yakan çok şey vardı, kabullenemiyordum, uyuyamıyordum, düşünmeden edemiyordum. sonra bir şeyler değişti. çünkü değişmek zorundaydı, hazırlandığım bir sınav vardı ve ona odaklanmak zorundaydım.
şimdi bir güncelleme yapacak olursam; hayatı büyük ölçüde kabul etmiş biriydim ama bir yerlerde bir şeyler yeniden tetiklemeye başladı maalesef. kışın her şey güzel bir nebze. tüm duygular ölü, herkesin hayatı stabil. ama bahar gelince her şey canlanıyor. ağaçlar tomurcuklanıyor, çiçekler açıyor, hayat temposu artıyor; yalan yok benim içim de cıvıl cıvıl oluyor. sonra bir anda duruyorum. o baharın güzelliğini hep kendi başına yaşamak zorunda kaldım. o güzel o mutlu zamanları herkesin eğlendiği zamanları ben hep yalnız başıma geçirdim. benim hiç 4-5 kişilik arkadaş grubum olmadı. buna üzülüyorum mesela. önceden yalnız başıma geçirdiğim acılara üzülürken şimdi çoğu mutlu anımda da yalnız oluşuma üzülüyorum. paylaşılmayan mutluluk gerçekten mutluluk değilmiş. bir de sevgilimin olmamasına üzülüyorum. bahar ayları hep geldi ama o gönül yayları gevşeyemedi. hayatımda hiç kalbimi şahlandıran o aşkı yaşayamadım mesela. içim cıvıl cıvılken sönüp giden o duygulara üzülüyorum.
bir de seni çok özledim. ben sana gelemem, seni arayamam, ve bunun sebeplerini sen çok iyi biliyorsun. ama özledim işte. beni duy, beni gör çok istiyorum. ben maalesef "yaz içinde kalmasın" eşiğini çoktan geçtim. bunu sen de çok iyi biliyorsun.
bir de... tek başıma yaşadığım şehirden aile evine dönmek başlarda koymamıştı. ama onun acısı da kendini yavaştan göstermeye başladı. buraya dönmekle ilgili bir problemim yok aslında ama asıl problem de bu işte. buraya dönerken bırakamayacağım bir hayat olsun çok isterdim. o şehirde elimden tutan bir iki dost, gülüp eğlenebildiğim birkaç kişi olsaydı buraya dönme fikri aklıma gelir miydi bilmiyorum. herkes tek yaşamak için ölüp biterken benim tek yaşadığım, kirası da uygun olan evimi gözüm kapalı bırakıp geldiğim için biraz da hayata kırgınım.
artık hayatta hiçbir heyecanım yok. korkum da yok. tutkularım da yok. istediği her şeyi elde ettikten sonra bile mutlu olamayınca artık bir şey istemek veya bir amaç edinmek yük olurmuş insana.
neyse, bunlar işte halının altındakiler, vitrinin arkası, buzdağının görünmez yüzü. bunlar bir yerlerde sessiz sessiz dururken hayatı bir nebze idare edebiliyorum, biraz daha odaklanabiliyorum, yaşamak daha az yük gibi geliyor. bazen de en ufak bir tetiklenmede film şeridi gibi gözümün önünden geçiyor bunların hepsi.
nihayetinde hayatın bana vereceklerinin benden daha iyi olduğuna inanmaktan başka bir çarem yok.
öyle işte.