3.
(bkz: Ketojenik diyet )'in tarihi 1920’li yıllara uzanıyor. Temel olarak karbonhidrat alımını minimize eden, proteinin gelişimi engellemeyecek düzeyde tutulduğu ve yağların temel enerji kaynağı olarak yüksek miktarlarda tüketildiği bir diyet. Normalde vücudun birincil enerji kaynağı glikozken bu diyette metabolizma, yağ asitlerini kullanmaya başlar ve sindirim esnasında keton cisimleri dediğimiz asetoasetat, β-hidroksibütirat ve aseton ortaya çıkar. Tüm bunlar; üretilen maddeler, hücre içi enerji sistemleri, mitokondrilerin çalışması yalnızca ketojenik diyetin uygulanabilirliği ve tabi ki kilo vermemize yardımcı oluşu ile ilişkili değil.
Ketojenik diyet aslında epilepsi için bir tedavi yöntemi olarak da geçmişte bolca kullanılmış.
1920’li yılların başlarında, epilepsi fenobarbital ve bromür ile tedavi ediliyordu ancak iki ilacın da yan etkileri arasında ciddi bir uyuşukluk vardı ve nöbetleri kontrol altında tutmak konusunda neredeyse tamamen etkisizlerdi. Hugh Conklin isimli bir osteopat-fizyoterapist, herhangi bir gerekçe veya kanıt göstermeksizin epilepsiye sebep olan şeyin, beynin bağırsaklardan gelen maddelerce zehirlenmesi olduğunu iddia etti. Dolayısıyla bağırsakları tamamen dinlenmeye bırakmanın bu zehirlenmeden kurtulmayı sağlayacağını düşündü ve “fasting” veya “su tedavisi” diye adlandırdığı yöntemi geliştirdi. Bu tedavi için epileptik çocuklara 25 güne dek uzayan süreler boyunca su harici hiçbir şey vermedi. 1922 yılında yüksek iyileşme oranları olduğunu belirtti, çocukların büyük bir kısmı uzun süreler boyunca nöbetlerden kurtulmuştu. Bu olay klinik ve akademik bir araştırma sürecini başlattı, fasting sürecinin metabolik etkilerini, yağ, protein ve karbonhidrat metabolizmalarını çözmek üzere bilim insanları işe koyuldu.
Ketojenik diyetin popülerliği 1938 yılında geliştirilen Dilantin isimli ilaca dek sürdü. Dilantin’in ortaya çıkışından sonra araştırmalar daha çok ilaç üretmeye yöneltildi, ketojenik diyet ise çok katı ve zor bir sistem olarak görülerek bir kenara bırakıldı.
Yeniden gündeme gelişi ise Jim Abrahams isimli bir Hollywood yapımcısı sayesinde oldu. Oğlu epilepsi hastasıydı ve nöbetleri kontrol edilemez durumdaydı. Diyet hakkında okuduktan sonra oğlu Charlie’yi Johns Hopkins Hastanesi’ne götürdü ve diyete başladıktan sonra Charlie’nin nöbetleri tamamen kesildi. Bu durumdan diğer ailelerin de haberdar olmasını isteyen Jim, Charlie Foundation’ı kurarak bir film çekti ve bir kitap yayımladı. Daha sonra NBC’nin çıkardığı televizyon programı ve Jim’in yapımcılığını üstlendiği “First, Do Not Harm” ile birlikte ketojenik diyet eskisinden bile daha çok ilgi çeken bir başlık haline geldi.
Ketojenik diyetin mekanizması henüz tam olarak çözülmüş olmasa da epilepsi konusundaki başarısının, keton cisimleri veya hücre içi artan mitokondrilerle ilgili olabileceği düşünülüyor.
Keton asitlerinden asetoasetat ve β-hidroksibütirat, aspartat denilen bir maddenin oluşumunu azaltıyor. Aspartat, glutamat nörotransmitterinin, GABA isimli inhibe edici özellikteki bir başka nörotransmittere dönüşümünü engeller. Yani aspartat miktarındaki düşüş dolaylı olarak GABA üretimine yardımcı oluyor olabilir. Buna kanıt olarak, Yudkoff ve çalışma arkadaşlarının 1997, 2001 ve 2008 yıllarına ait farklı çalışmalarında ketojenik diyet uygulanan farelerin beyninde glutamatın önce glutamine dönüştürüldüğü ve hücre içine alındıktan sonra GABA’ya dönüşerek nöral inhibisyonu artırdığı gözlemlenmiş.
Ne var ki, bu konuda da birbirini tutmayan veriler mevcut. Alternatif olarak sunulan teorilerden biri de, mitokondri sayısındaki artışla beraber nöronların metabolik değişimlere daha dirençli hale gelmesi. Bir diğer yaklaşım, nöronlardaki ATP’ye duyarlı potasyum kanallarının aktive olması ile ilgili. Bu kanallar metabolizma ve nöral uyarım arasındaki bağlantı için birer aday olarak görülüyor.
Kişisel fikrim, evet İşe yarıyor. İleri seviyede krizler gördüm, ilaç aldığım halde de gördüm. Ancak ketojenik diyet yaptığım zaman eskisi gibi olmadığımı gördüm, mesele çok kolay depresif bir halet-i ruhiyeye girerken artık çok zor.
Bu hastalığa karşı bu yöntemi deneyin, zaten aldığımız çoğu ürün kimyasal ve sadece bu yüzden bile bozuk bir beslenme ile hastalığa davet çıkarıyoruz. En azından doğal protein ile beslenerek saraya karşı beynimizi desteklemiş oluruz, Ve işe yarıyor mu görürüz. Bugüne kadar yaramış.
(link: https://noroblog.net/2019/05/26/karbonhidratlardan-kacinmak-epilepsi-nobetlerini-de-azaltiyor-olabilir-mi/ Kaynak)