105. BAK ŞİMDİ BİR TANESİ GELMİŞ Mİ?
Bu satırları yazmaya hazırlanırken çok başkaydı aklımdaki yazının temeli ama bilgisayar başına oturduğumda içeride annemin izlediği diziden gelen tek bir replik yazımın temelini baştan sona değiştirdi : ‘’ Sen boşanmış bir kadın olmak ne demek biliyor musun? Yeni mücadelen hayırlı olsun. Artık eşli buluşmalarda erkeklerin gözünü ayırmayacağı kadınsın. Bir dönemki can dostun evli kadınların şimdi tehlikeli birer rakibi olduğun için seni dışladığı, çocuklarının her haltına tek başına koştuğun bu dünyaya hoş geldin.’’ İşte bu mecazi tebrikin ardına sıkıştırılanlardan yola çıkarak kaleme aldığım yazının yönü, hepinize tanıdık gelecek şeylerle doldurulmak üzere değişti. Bu cümleler dizideki genç, iki çocuk annesi, bakımlı, İzmir Çeşme’de yaşayan, geliri iyi bir avukat kadın karaktere yönlendirildi; yine en az onun kadar bakımlı, güçlü ve çocuğunu tek başına büyüten boşanmış bir kadın arkadaşı tarafından.
Bir gün önce Aristofanes’in M.Ö. 411 baharında sahnelenen Lysistrata oyunundan uyarlanarak 1983’te perdeye aktarılan Şalvar Davası’nı ilk kez izleyip keyiflenen bir ben varken, şimdi aklımda 2021 yılı Türk dizisinde, söylemesi bir dakika süren ama beni bir gün boyunca üzmeye yeten o saçma ama toplum gerçeği dizi repliği… Bu repliği düşündükçe pek çok şey geçiyor gözümün perdesinden, aklımın odalarından. Çekişmeli boşanma davasını yürüttüğüm bir kadın müvekkilim mesela.
28 sene önce çok aşık olarak evlenmesi ve o 28 sene boyunca yediği dayaklar, uğradığı hakaretler… Tüm bunlara rağmen beni üzen şey bu evlilikten vazgeçiş sebebinin sayısız kez aldatıldığını öğrenmek olması. Şiddetin diğer türleri bu kadar acıtmamış onu, tuhaf. Yine de ben, dava sonunda boşandığında onu bekleyen huzurlu hayatı düşünerek mutlu oluyordum. Henüz profesyonel bir avukat olamadığımdan mıdır bilmem (ki ben bu amatör ruhtan da gayet memnunum) bir şekilde umut doluydum onun adına. Ta ki o dizi repliğini duyana kadar. Çünkü esasen müvekkilimden de duymuştum ben bunu ama çok da ciddiye almamıştım galiba önceki yaşadıklarının ağırlığıyla kıyaslayınca. Oysa o dizideki güçlü, meslek sahibi boşanmış kadınların konuşması, benim müvekkilimin hayat gerçeğiydi artık. Bu gerçekliği ona yaşatanlar ise evliliğinde yıllarca ailecek görüştükleri alt kat komşularının ve eş, dost, akrabanın tavrıydı. Sanki yıllarca yediği dayaklardan kaçarken gelip onlara sığınmamış gibi. Komşulardan kadın olanı, Müvekkil (ki kendisinin bu fikrine asla katılmamakla birlikte) zaten bu evliliğe çocukları için katlanmıyormuş gibi ‘’Niye boşanıyorsun, yazık değil mi evlatlarına?’’ ile yıktı onu. Boşanma davası sonuçlandığında o komşusunun kendisiyle son iletişimi de ‘’Artık bize çok sık gelme, evde eşim oluyor.’’ cümlesi olmuştu. Bu komşunun kocası ise markette karşılaştığı ve o güne kadar ‘’yenge’’ diye hitap ettiği müvekkilime ismi ile seslenir olmuş, müvekkil ile muhabbeti ‘’Market ihtiyacın olursa haber ver, sende araba yok, ben alır bırakırım sizin eve. Araba demişken bizimki evden çıkmıyor, canım sıkılıyor. Senin de canın sıkılırsa arada bana söyle seni arabayla gezdiririm.’’ şeklinde flörtöz bir iletişime evrilmişti bile. Tabi keşke o an gökyüzünde ‘’Dul kadınsın, bazı ihtiyaçların olur.’’ karikatürü belirse ne muazzam olurdu ama müvekkil sadece boş boş bakarak def edebilmiş başından. Tepki verse toplumun ‘’cıkcıklayarak’’ bakacağı kişi kesin ben olurum korkusundan. Aynı müvekkil dava sonunda kendisine ödenen maddi-manevi tazminatı yüzünden de perişan olmuştu. Bu toplum ve bu toplumun bakış açıları (ya da açısız çapsız halleri) onun lehine sonuçlanan her şeyi onun belası haline getirmeye çok elverişliydi nasılsa. Malum ‘’kadın başına’’ o kadar parayı onun yerine değerlendirebilecek pek çok erkek akrabası vardı. Sanki kendisinin hiç aklı fikri yokmuş gibi. O nakit parayı müvekkilin yalnız bir kadın olup da akrabalarıyla iyi geçinmesi gerektiği düşüncesindeki ısrarı sonucu beyaz yalanlarla ailenin erkeklerinden bir şekilde koruduk. Burada avukatlığımın yanı sıra hemcins dayanışmasına katkı olarak müvekkili rahat ettirecek yalanları da ürettim.
Bahsettiğim dizideki konuşmayı gerçekleştiren kadın karakterler aileleri tarafından desteklenen, boşanırken dahi eşleriyle medeni kalabilmiş, bakımlı, meslek sahibi, sosyokültürel seviyesi yüksek bir çevreye sahip kişilerdi. Oysa bu anlattıklarım ailesi, komşuları yaşadığı her şeyi bilmelerine rağmen boşanmasına karşı çıkan, asgari ücretle canı çıkarcasına çalışan, bu kadar çalışmaktan bakım nedir unutmuş kendi halindeki sade vatandaş olan müvekkilimin kısa ama yorucu hikayesi. Müvekkiller genelde biz avukatlara psikologlarıymışız gibi davransa da toplumun bu halini sosyal bilimlerin şahı olan psikoloji ve sosyoloji açıklar. Ben avukat bir kadın olarak bu olayda işin hukuki boyutlarını çoktan aşıp, bir hemcinsimin destekçisi, sırdaşı, yoldaşı idim. Sadece duyduklarım ve kısa sürede tanık olduğum yaşantısı için elimden geleni yaptığımda ben bile yorgundum. Bu yorgunluğu kabullenip umutsuzca köşeye oturmasına izin vermemekten de mutluluk duyuyorum.
Yorgunluktan sıyrılmak için yazının başında bahsettiğim M.Ö. 411’de yazılan Lysistrata’ya dönüp bu mücadelenin çok eski ve kadim bir mücadele olduğunu hatırlayıp, tazeleniyorum:
‘’Yıkımdan ve ölümden başka bir şey getirmeyen savaşa karşı, kadınlar Lysistrata’nın liderliğinde örgütlenir. Bütün istedikleri savaşsız, kansız bir dünyadır. Bunun için yönetimi ele geçirip erkekleri barışa zorlayacaklardır.’’ cümleleriyle tanıtılan oyunun mükemmel açılış repliği, benim yazımın kapanış cümlesi olsun: "Ah şu kadınlar! Bakkhos bayramına, Pan tapınağına, Kolias burnundan Aphrodite'ye çağrılsalardı, ortalık davul dümbelekten geçilmez olurdu. Bak şimdi bir tanesi gelmiş mi?"
Dünyaya güç ve renk katan varlığımızla ve kadınlar için daha adil daha eşit günler göreceğimiz umuduyla 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlu olsun.