28.
4 yıl önce havanın güzel, güneşli olduğu bir şubat günü sevgilimle "bugün hava çok güzel ne yapsak" diyip planlar yaparken annemden gelen bir telefonla başladı her şey. "babanın akciğer filminde bir şey var, ne bilmiyoruz, buraya gelin" demişti. o an için saçma bulmuştum bu panik havasını "neden apar topar çağırıyor, ne olduğu bile belli değil, belki sadece basit bir şeydir, ne bu telaş" demiştim içimden... biz gittikten ve ne olduğunu anlamak için doktor doktor gazmeye başladıktan 2 gün sonra gece bi gürültüyle uyandık, daha o akşam sapasağlam görünen babam gece yataktan kalkıp yatak odasında düşmüştü, düştüğü yerden kalkamayarak aynı anda hem gülüyor hem ağlıyor, "ne oldu bilmiyorum" diyordu. kendinde değildi, saçma sapan cümleler kuruyor, saçma sapan davranışlarda bulunuyor, ne dediğimizi bile tam anlamıyordu.
sabah erkenden apar topar tekrar hastaneye götürdüğümüzde tanı netleşmişti. küçük hücreli akciğer kanseri. bu hücreler vücuttaki elektrolit dengesini bozuyor, o nedenle biliş bozuklukları, denge bozuklukları, halüsinasyon gibi yan etkilere sebep oluyordu. ertesi gün başka doktorlarla görüşmeye istanbul'a geldik. hala kabul etmek istemiyorduk. babamsa hala kendinde değildi. sarhoş gibiydi... ama nasıl oluyorsa doktorlarla görüşmelerde çok mantıklı davranıyordu. ancak biz farkındaydık durumun. doktorlar sorduğumuzda psikolojiktir diyip geçiştiriyordu.
gittiğimiz doktorlardan gibi babamın halinden şüphelenip kan testi istedi, sonuç çıkar çıkmaz acil yatış yapıldı. elektrolit dengesi tamamen bozulmuştu, en azından birkaç gün hastanede yatıp tedavi görmesi bi yandan da acilen kemoterapi başlanması gerekiyordu.
ne gerekiyorsa yapıldı, kemoterapi, radyoterapi, görülemeyen bir metastaz olasılığına karşı beyine ışın tedavisi... zaman içinde babam toparladı, eski haline geldi, hastalığı görece kısa zamanda yendi. tedavilerin bir miktar yan etkisi olsa da genel olarak iyiydi. 2,5 yıl da öyle kaldı. her kontrol temizdi, genel sağlığı yerindeydi. artık kontroller seyrekleşmişti...
derken geçen yıl haziran ayında, yüksek lisans tez savunmam vardı. savunmaya girdim, tezim kabul aldı, aşırı mutluydum. haber vermek için annemi aradım, mutluluk içinde dedim ki "geçtim anne bitti, yüksek mimar oldum.", annemin cevabı ruhsuz ses tonuyla "babanın beyninde büyük bir metastaz bulundu, şu an hastanede tek başımayım, ne yapacağımı bilmiyorum." oldu. kalakaldım. tez danışmanıma giderek ağlaya ağlaya durumu açıkladım. o da kanserdi, babamdan çok daha kötü durumdaydı, ona rağmen bana moral vermeye çalıştı. tezin bitişiyle ilgili evrak işlerini erteledik, babamların yanına gittim bir kez daha apar topar. hocamla daha sonra evrak işleri için bir kez daha görüştüm. onu son görüşüm olduğunu bilmeden... çok sık olmasa da arada konuşuyorduk, durumunu kontrol etmek için yazıyordum. babamın vefatından sonra bir kez daha yazdım ve şubat ayında vefat ettiğini öğrendim...
beyin metastazıyla 2019 haziranda babamın ikinci tedavi süreci başladı. bu kez ameliyat olmalıydı. sonrasında da ışık tedavisi. vücudun kalanı temizdi, o nedenle kemoterapi almayacaktı. beyin ameliyatına girdi, çıktı. ertesi gün hasta odasında kendine geldiğinde günlük sohbetleri yapabilecek durumdaydı. ama bir gariplik vardı. hemşirelere söyledik, kontrole geldiler, "nasılsınız" dediklerinde "iyiyim" diyordu, "ağrınız var mı" dendiğinde "yok". sonra hemşire bizi gösterip "bunlar kim biliyor musunuz" dedi, babam bilmiyordu. ne bizi, ne kendini, ne nerede olduğunu...
zaman içinde düzeldi yine, biraz hafıza sorunları kalsa da iyiydi yine. ameliyat ve ışın tedavisinden sonra kanserden kurtulmuştu yine. bir kez daha. ama bi daha hiç eskisi gibi olmadı.
bir sonraki kontrol temiz geçse de zaman içinde hareketleri, konuşmaları garipleşmeye başladı. çatal bıçak kullanmakta zorlanıyor, anlamsız cümleler kuruyordu. kontrole geldiler ve yeniden ve son kez tedavi süreci başladı.
vücut yine temizdi, ama beynin ve omuriliğin her yerine yayılmıştı kanser. ameliyat yapılamazdı. kemoterapi çok etkili değildi ama denenmeliydi. immunoterapi pahalıydı ama belki işe yarayabilirdi, radyoterapi çok yan etkiliydi ama belkiydi... hepsi yapıldı.
zaman içinde önce zihni daha da bulandı babamın. tv'de izlediklerini evde kendi yaşadıklarıyla ve anılarıyla birleştirip olmamış anılar anlatmaya başladı. saçma, komik şeylerdi. tüm bu trajedinin içinde güldürüyordu bizi. sonra obsesyonları başladı. tutturmaları, agresifliği... yavaş yavaş yürümekte zorlanmaya başladı. ilk tekerlekli sandalye kullanmaya başladığımız zaman beynimden vurulmuşa dönmüştüm işin gidişatının iyice farkına vardığım için. zaman içinde konuşmaları azaldı, hasta yatağı almak zorunda kaldık, tuvalet için bez kullanmaya başladık, artık hiç oturamamaya başladı; kocaman bir bebek gibiydi. dilerim kimse bunları yaşamasın... ve bir gün ben akşam yemeğini yedirirken ağzını sıkı sıkı kapatıp kafasını çevirdi. zaten hep uyuyor, hiç konuşmuyordu. o gün yemek yemeyi, su içmeyi de bıraktı. ertesi gün yine aynıydı, ve bir sonraki gün... hiçbir şeye tepki vermiyor, öylece yatıyordu. artık babam gibi görünmemeye başlamıştı. yüzü, vücudu değişmişti.
sonrası hastane süreci... evde bakılamadığı için hastane yatışı, 1 ay normal odada kaldı. derken solunumu zorlaşmaya başladı, yoğun bakıma geçti. 1 ay kadar da yoğun bakımda...
yoğun bakımda geçirdiği 1 ayın 3 haftası oradaydım. gün içinde yalnızca 1 kişinin 2-3 dk süreyle görmesine izin vardı. vefat etmeden önceki hafta bir gün ben girmek istedim. yatağı camın kenarındaydı, yağmur yağıyordu. normalde hep uyuyor olan tepkisiz adam kafasını cama çevirmiş dışarıyı izliyor gibiydi. uzaktan görünce inanamadım. yine babam gibi görünüyordu. yanına gittim, gözlerinde aynı boş bakış vardı. içime oturdu onu uzaktan yine kendisi gibi görmek ama kendinde olmadığını ve iyileşmeyeceğini bilmek. çocukken beni yatırmaya geldiğinde sırayla söylediği, artık rutin olmuş sevgi sözcükleri vardı, onları saydım ona o gün yanından çıkarken.
3 hafta kalmıştım orada, evimi, eşimi özlemiştim. birkaç günlüğüne evime gidip geri gelecektim. yola çıkmadan dedim ki anneme "bugün ben gireyim.". çok kötüydü o gün. çok kötü görünüyordu. hastaneden çıkıp direk yola çıktım ve akşam evime döndüm. eşime akşam yemeği yedik, biraz dizi izleyip yattık. ertesi gün erkenden uyandık, hava çok güzeldi, "bir yerlere gidelim, bir şeyler yapalım" diyorduk, telefon çaldı. babamı kaybetmiştik.
havanın çok güzel olduğu bir şubat günü başlayan süreç yine havanın çok güzel olduğu bir ekim günü bitmişti.
buraya kadar okuduysanız, ailenizde ya da kendinizde bu hastalık varsa, moralinizi bozmayın. umudunuzu kaybetmeyin. ben babamı kaybetmiş olabilirim ama her hasta kendine özgü. bizim yaşadıklarımızı yaşayan kimse duymadım. babam kemoterapi sebebiyle hiç bulantı yaşamadı, hiç halsizliği, kilo kaybı olmadı. ama bugüne kadar hiçbir kanser hastasından duymadığımız başka yan etkiler yaşadı. tamamen kişiye özel bir süreçti. eğer bizim yaşadıklarımızı yaşayan varsa yalnız olmadıklarını görmeleri için yazdım bu kadar yazıyı.
babama ilk teşhis konduğunda öngörülen ömrü 6 ay-1 yıl aralığıydı. max 2 yıl deniyordu. babam 3 yılı çok güzel ve sağlıklı olmak üzere 4 yıl yaşadı. bu süreçte yaptığımız her şeyi, her anı son olabileceği bilinciyle yaşadık ve her ne kadar can yakan bir süreç olsa da ona veda etme, onu mutlu etme, güzel anılar biriktirme şansına sahip olduk. tüm ömrünüzün keşke demeyeceğiniz güzel anılarla geçmesi dileğiyle...