2091.
What happend to monday?
Kurgusu farklı ve temposu yüksek. Sıkılmadan izlenecek bir film.
2092.
76 yapımı carrie yi izledim. Castle rock ta yaşlılığına bile salyalarım akan sissy spacek in gençliği de bebek gibiymiş. Ayrıca, stephen king bunları düşünüp nasıl yazıyor diye düşünmekten bi gün kafayı yiycem.
2093.
Rebel in the Rye (çavdar tarlasındaki asi) filmini izledim. 2017 yapımı film, yazar j. d. salinger'ın hayatını anlatıyor. Nicholas hoult, salinger'ı canlandırmış. Kevin spacey ve sarah paulson gibi simalar da filmde yer almışlar.
filmdeki salinger'ın bende yarattığı intiba ''bu adam hayatının film olmasını istemezdi'' oldu, okuduğum birkaç yorumda da buna değinildiğini görünce sevindim, kişiliğini iyi yansıtmışlar demek ki. (gizlinot: kendisi 2010 yılında vefat etmiş ancak 2000'li yıllardan önce vefat etmiş biri gibi gelirdi bana hep, saçma bir genelleme belki ama zihnimde kült eserler üretmiş insanların yakın tarihte yaşamadığı gibi bir düşünce var-mış-.) dile kolay 45 yıla yakın bir zaman dilimini 2 saate yakın bir süreye sığdırmaya çalışmışlar. buna bağlı olarak filmin yüzeysel aktığını düşündürmesi dezavantajı, akıcı oluşu avantajı olmuş, neresinden bakarsanız artık. Biyografi filmlerinin en büyük sıkıntısı bu oluyor.
salinger'ın zorlu bir yaşamı olmuş, başlangıçta her yazar gibi zorluklar çekmiş, savaş görmüş, sevdiklerinin ölümüne şahit olmuş, sevdiği kızı charlie chaplin'e kaptırmış. (gizlinot: swh) sonuç olarak hiçbir şekilde huzuru bulamamış, mutsuzluğuna çevresindeki insanları da ortak etmiş ve zaman geçtikçe kendi kabuğuna çekilmiş, yazmış, yazmış, yazmış... kendisinin de dediği gibi sanatçılar bir yönleriyle hep benmerkezci ve biraz ''farklı'' oluyorlar. yaşamı insanda depresif duygular yarattığı kadar azim ve yazma isteği de uyandırıyor. Yazarı tanımak için izlenilebilecek bir yapım.
6 nisan 2021 23:54
7 nisan 2021 02:16
2094.
bu hafta sürekli türk filmleri izledim, genelde aynı yönetmene ait olduklarından tek bir girdide bahsedeceğim.
-kaç para kaç: çok sevdiğim reha erdem'in 1999 yapımı filmi. taner birsel'in oyunculuğunu çok beğeniyorum. bu filmde de ne kadar iyi bir aktör olduğunu kanıtlamış. senaryo aslında çok bilindik bir olayın üstüne kurulu ama film öyle akıcı ki hiç rahatsız etmiyor konunun sıradanlığı. 9/10.
-kader: zeki demirkubuz'un izlediğim ilk filmi. bu film, masumiyet'teki karakterlerin gençliği ile ilgili olduğu için önce bunu seyretmeyi seçtim. böyle bitik hayatları izlemekten hoşlanmıyorum aslında ama bu filmde kendisini izleten ilginç bir şey var. hiçbir derinliği yok aslında. çok basit, çok varoş. bir anda film sonlanıverdi, ben de devam filmi olan -aslında kader'den önce gösterime giren- masumiyet'i başlattım hemen. bu filmde vildan atasever'in oyunculuğu gözüme battı, en iyi kadın oyuncu ödülünü aldığını bilmeseydim aman oynamış işte der geçerdim. 7/10.
-masumiyet: haluk bilginer ve derya alabora'yı birlikte izlemek bir zevk. öncesinde kader'i izlediğime sevindim, karakterleri çok daha iyi tanıyıp filmin içine girebiliyorsunuz. türk sinemasının önde gelen filmlerinden birisi olduğunu düşünüyorum, türk sinemasına dair fikir edinmek için izlenebilir. 7/10.
-itiraf: yine zeki demirkubuz'un 2001 yapımı filmi. şansıma taner birsel yine başroldeydi, hoş bir sürpriz oldu. sorunlu bir çift ekseninde ilerliyor film, yine çok sade ve akıcı buldum. sorunları var tabii. ankara'da geçiyor olması beni mutlu etti. taner birsel ve başak köklükaya'yı beraber izlemek isteyenler için önerebilirim. 6/10.
-yeraltı: engin günaydın'ın performansını merak ettiğim için izledim bu filmi. en sevdiğim kitap olan yeraltından notlar'a sık sık atıfta bulunuyor, ilgimi çekmişti. bu film bence çok eksik. bilemiyorum yönetmen ne yapmak istedi zira film 2012 yapımı, ilk işlerinden değil. ben diğer filmlerine göre zayıf buldum ama engin günaydın'ın oyunculuğu bana keyif veriyor. 5/10.
2095.
türkan şoray'ın başrolünde oynadığı 1978 yapımı sultan'ı izledim.
---spoiler---
filmin ilk bir saatini, o efsane kadroyu ve oyunculuklarını, mahalle ortamındaki samimi havayı ne kadar sevdiysem son yarım saatini de o kadar sevemedim. sultan'ın meşhur tiradından sonra yıkım olayını bağlayıp bitirseler ben tamamdım, daha anlamlı olurdu hatta. aşk meşk karışmadan o insanların dramına daha net bir şekilde eşlik edebilirdik. sultan ille de biriyle olmak zorunda değildi, güçlü bir kadının ayakta durma mücadelesini izleyebilirdik. bahtiyar'ın nasıl biri olduğu belli zaten, adamın duygularıyla oynayıp niye ortada bırakıyorsun? herkesin içinde hem iyi hem kötü bir yan vardır (gizlinot: kemal kaypak ve çapkın ama mahallelinin hakkını savunuyor, tamam. ama mahallelinin hakkını savunduğu için kötü tarafını görmezden mi geleceğiz? karakter dönüşümü ne ara oldu kaçırdım. ulaşamadığı için takıntı haline getirdiğini düşündüm.) ama beni kandırdıktan sonra istediği kadar iyi olsun, kemal'le birlikte olmazdım. sultan'la kemal'in birbirlerine tokat attıkları ve gelinliğin havada uçtuğu final sahnesi neydi öyle? melek'le çarli'nin, sultan'la kemal'in aşkları resmen burada çok sözü edilen toksik ilişkinin tanımı olmuş. (sever de döver de, kavga sevginin göstergesidir, olmazsa olmaz.) hayal kırıklığına uğradım. teşbihte hata olmasın, selvi boylum neden efsane olduysa bu film de o yüzden (kaba tabirle) gazoz olmuş (bence).
---spoiler---
2096.
the broken circle breakdown...
bu film yeryüzünde en sevdiğim film.
özellikle son sahnesi.
2097.
the great gilly hopkins (muhteşem gilly hopkins) filmini izledim. katherine peterson isimli yazarın kitabından uyarlanmış bir çocuk filmi. kitap hırsızı filminde oynayan sophie nelisse, kathy bates, octavia spencer, glenn close ve julia stiles gibi oyuncular yer almış.
---spoiler---
evlilik dışı bir ilişkiden dünyaya gelen ve annesi tarafından bir kuruma emanet edilen gilly (gizlinot: tam adı galadriel, adını yüzüklerin efendisi'nden alıyor.), trotter isimli bir kadının evine yerleştirilir. filmin başında annesiyle yaşamak isteyen ve asi bir kız olan gilly'nin karakteri zaman içinde değişir ve yaşadığı yere uyum sağlar ancak annesine yazdığı ve trotter'a iftira attığı mektup yüzünden, ortaya yıllardır varlığından haberdar olmadığı anneannesi çıkar. film insana aile kavramını sorgulatıyor ve her şeyin kan bağı olmadığını bir kez daha gösteriyor. çocuk filmlerinden hoşlanıyorsanız (gizlinot: bu tarz filmler nice baba filmden daha çok dokunuyor bana, içimde bir yeri cız ettiriyor. kısa süreli, basit çekimli, iyi oyunculuklar içeren çocuk filmleri kalp ben. bir yanım çocuk hala.) ya da çocuklara izletecek film arıyorsanız izlemesi son derece keyifli, yer yer ağlatan yer yer güldüren duygusal ve anlamlı bir film.
---spoiler---
trotter: w.e. etkileyici değil mi gilly?
gilly: onun konuşabildiğini bilmiyordum.
trotter: küçük william'ımız konuşabilir, ona güven. yalnızca uygun zamanı bekler. (gizlinot: w.e. küçükken şiddet görmüş, yaralı bir çocuk. yerine göre konuşan ve sessiz insanları tam anlamıyla anlatan süper bir replik.)
10 nisan 2021 11:45
10 nisan 2021 11:47
2098.
Serena van der Woodsen hatrına The Shallows (Karanlık Sular) u izledim.
2099.
The lobster. 2 buçuk yılın ardından tekrar bekâr kaldığım bir dönemde tesadüfen karşıma çıkan ve beni gerim gerim geren film. Toplumun bekârlar, çiftler üzerindeki etkisini hiç hayal edilmeyecek şekilde ele almış. Oldukça metaforik ve başarılı film. Yönetmenin diğer filmlerini de izleyeceğim.
2100.
Sen hiç ateş böceği gördün mü. Sanırım netflixte bu gece başladı. Hemen hemen her yılmaz erdoğan filmi gibi siyasi noktaları var. Genel olarak sevsemde biraz havada kalmış buldum filmi. Sanki anlatılmak istenen duygu biraz daha güzel aktarılabilirdi. Yine de sıcak aileyle izlenebilecek tatlı bir film olmuş