35. kozmetik meselesi oldukça bütçe ve ne kadar bütçe ayırmak istediğinle/ayırabildiğinle alakalı. o bütçeyi ayırırken nelerden vazgeçtiğin de o ürünün senin için alternatif maliyetini oluşturuyor. gerekli mi gereksiz mi tamamen ayrı bir tartışma konusu. aslında tüm firmalar size/bize ürün satarken hem değerlilik hissini, hem sanal bir statüyü, hem de kendi marka değerlerini satıyor. lüks markalar torbalarına ya da kargo paketlerine o logolu kurdeleri sadece güzel görünsün diye takmıyorlar. takıyorlar, çünkü sadece ürün değil, ürünün hissini ve ürünün bizim zihnimizdeki izdüşümünü de satıyorlar. idoller, fenomenler, yüzler, askılar yaratıp bizim onlarla özdeşleşmemizi istiyorlar. bu şey gibi, küçük çocukların süper kahraman kıyafeti giydiğinde kendisini süper kahraman sanması gibi. hayaller hayaller. yine lüks markalar sample ürünleri müşterisine aşırı kıymet verdiği için vermiyor. o ürünlerin parasını zaten başkaları çoktan ödediği için o sampleları bize verebiliyorlar.
hammaddeler arasında ve üretim teknolojileri arasında kalite farkı olduğu için her ürün de aynı kalitede olamayacağından elbette kalite farkı olacaktır. iğneden ipliğe kadar tüm ürünler için bu böyle. her markanın iyi ya da kötü ürünü bulunuyor. zaten drugstore markaların çoğu, lüks markaların muadillerini yaparak hayatta kalıyor. yani lüks markalar arzu nesnelerini yaratıyor, diğer markalar da bunun izinden gidiyorlar. sonuçta lüks markalar iyi kazançlar elde etmeli ki yeniden üretime, pazarlamaya, ar-ge'ye kaynak akabilsin.
ayrıca son dönemlerde kozmetik malzemeleri kadınlar için birer aksesuara da dönüştü. bu da kozmetik çantasındaki mesela bir ruju adeta bir küpeye, bileziğe ya da ne bileyim çantaya dönüştürüyor. bir kadının bir pudrayı sadece ambalaj tasarımı ve logosu için aldığını görmüştüm. kendisine uygun olmayan koyu bir pudra seçmişti ve sonrasında "olsun zaten dışarıda ruj sürerken filan markanın logosu arkadan görünsün yeter" demişti.
istekler, arzular,gereklilikler, şunlar bunlar kime göre neye göre?
eylem olarak o noktada değilim ama fikir olarak ben de az olsun, öz olsun, düzgün olsundan yanayım. teknik olarak baktığımızda ortalama bir insanın sahip olduklarından çoğuna zaten ihtiyacı yok ama drugstore ama lüks. bu giysi için de geçerli, kozmetik için de, diğer ıvır zıvır için de. aslında insanların sahip olduğu metalar hayatın sadece küçük bir parçasıdır. insanın ruhunu en çok besleyen şey bana kalırsa deneyimin kendisidir. nitelikli deneyimler kişiyi zenginleştirir, ufkunu açar. bu da sahip olduğunuz kaynağı ne kadar iyi yönetebildiğinizle ve deneyimi nasıl tanımladığınızla ilgili. bu kaynak, ama drugstore bir markadan lazım olmayan 5. bir ruj almaya akar, ama da lüks bir markadan çok da değmeyen 2. ruju almaya akar. lüks ya da drugstore ayrımı da bu noktada biter çünkü ihtiyaç fazlasını almak zaten sistemin kendisiyle ilgili bir konudur. kişi, ister parasını drugstoreda kullansın, ister lükste, nihayetinde sistemin nesnesi haline gelir.
*özetle, herkes kafasına göre.